Sacre Coeur
Paris’in mimari belleği boyunca yükselen Gotik sivri kemerler, Barok’un taşkın kıvrımları, Rönesans’ın oranlı huzuru ve Neoklasik’in akılcı sütunları… Bunlar hep Batı’nın aklını, estetiğini ve ilerleme düşüncesini yansıtır. Fakat Sacré Coeur, tüm bu biçemlerden bilinçli biçimde ayrılarak, tepede bir anakronizm gibi durur.
Kilisenin Bizans etkili kubbeleri, Paris’in göğe yükselen Gotik katedrallerinden çok farklıdır. Notre Dame’ın sivri kuleleri Tanrı’ya ulaşma çabasıysa, Sacré Coeur’un kubbesi göğe ait olmayı zaten başarmış bir iç huzurun ifadesidir. Gotik, yükselmek ister. Bizans ise zaten yükselmiştir.
Roma ve Doğu Roma mimarisinin birleşimiyle tasarlanmış olan bu yapı, Batı’nın zirvesine Doğu’nun ruhunu taşır. Sanki Batı aklı yorgun düştüğünde, zirveye geleneksel ve ruhani olan Doğu Roma’yı çağırır. Modernliğin, devrimlerin ve sekülarizmin kalbinde, bir dönüş arzusu gibi yükselir.
Sembolik Bir Restorasyon: Sacré Coeur, 1870’te Fransa’nın Prusya’ya yenilmesi ve Paris Komünü’nün yıkımı sonrası yapılır. Bu, laiklikten kaçış değil, onun karşısına konan bir vicdan önerisidir. Cumhuriyetin kalbinde, imparatorluk çağrışımlı bir yapı yükselir. Roma’nın “sağlam merkez” imgesi, Doğu’nun “ilahi düzen”iyle buluşur. Montmartre, Fransız modernliğinin ve özgürlüğünün sembollerinden biri olan sanatçı mahallesidir. Bohemlik, özgürlük ve devrim fikriyle anılır. Ama zirvesinde bu değerlerle tamamen zıt gibi duran bir kilise yer alır: Bu bir çatışma değil, bilinçli bir gerilimdir. Sanatçılar yokuşta, kutsal kalp zirvede. Biri özgürlüğü arar, diğeri teslimiyeti.
Sacré Coeur, Paris’in en yüksek yerine Roma’yı —ama Batı Roma’yı değil, Doğu Roma’yı— yerleştirerek, şehrin rasyonel tarihine mistik bir kapanış cümlesi koyar. Aydınlanma’nın başkenti, zirvesinde Bizans’a yer verir. Çünkü ruh, her zaman en tepede, ama en uzakta bulunur.